Cahit Zirgüleli

BİZİ BEKLEYEN TEHLİKE

Cahit Zirgüleli

Film izlemek bu Ramazan günlerinin olmazsa olmazlarından. 

Şimdi hemen yüzünüzü ekşitip aman Cahit Bey bu mübarek günlerde ibadetsiz oruç tutmak “Eşeği bütün gün aç bırakmaya benzer!..” şeklinde aforizmayı bilgiç bilgiç söyleyip de cinimi tepeme çıkarmayın. Bakın bozarım şimdi orucu, bütün vebali de sizin boynunuza!..

Laf arasında hemen şu tespitimi sizinle paylaşayım. Bizde oruçlu olmanın ilk alameti sinirden barut fıçısına dönmektir. Söylemesi ayıp alışveriş için geçenlerde bir mağazadaydım. On dakikalık süre zarfında açlığı başına vurmuş iki sıkı “oruçlunun” çalışanlara höykürmelerini dehşetle izledim. 

Beni takip eden okuyucularım bilir. Ben hemen bu durumdan bir öğretici tespit yapar, bunu da onlarla paylaşmayı görev addederim. 

Ey ümmeti Muhammed, oruç sükûnet demektir her şeyden önce!..

Sonra bizim dinimize göre insan, en önemli varlıktır; onun gönlünü kırmak Kabe’yi yıkmaya benzer. 

Ne diyor yıllar ötesinden bizim Yunus: 

Ben gelmedim dâviyüçün, benim işim seviyüçün

Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.

Oh, bunu da söyleyip rahatladım ve bu yazım için ilk mesajımı da sizlere ulaştırdım. Bu arada sanırım bazı yanlış anlamaların da önüne geçtim. Yani sevgili okuyucular ben ibadeti öyle üstünkörü değil felsefi derinliğiyle yapan biriyim. 

Ne diyordum?.  Şöyle ortaya bol tereyağlı bir pilav, sonra salata… Yok yaaa bu değildi açlık başıma vurdu sanırım filmden bahsediyordum değil mi?.. 

Baştan diyeyim bu film pek izlenesi bir film değil. Sıkıcı, zor ilerleyen bir film. Şimdi hemen madem beğenmedin neden bize filmi anlatıyorsun, demeyiniz lütfen! Yazımın sadedinde meramım ortaya çıkacak, az sabredin. 

Film dendiğine göre gerçek bir hikâyeden esinlenmiş bir Hint filmi. Vidhu Vinod Chopra adlı bir yönetmene ait. 

Kahramanımız bir köyde yaşayan Manoj Kumar Sharma, eğitim hayatı berbat bir genç. Okuduğu okulda bütün herkes kopya çekerek sınıfını geçiyor. Bir gün köylerine insanların hakkı olmayanı almamaları gerektiğine inanan bir komiser atanıyor ve kahramanımızın hayatı değişiyor. Bu komiser kopyaya müsaade etmiyor. Kahramanımız tabii ki sınıfta kalıyor. Bir vesileyle bu komiserin karşısına çıkıyor, onun gibi olmak istediğini ne yapması gerektiğini soruyor. Komiser de önce kopya çekmekten vazgeç, diyor. Zorlu bir mücadeleye rağmen pes etmeyen kahramanımız Manoj, en sonunda hak ettiği başarıyı elde edip ülkesine hizmet etmeye başlıyor. 

Baştan demiştim çok basmakalıp bir konu ve oyunculuk da vasat. Peki, bu film neden bizim yazımızın konusu oldu, onu da arz edeyim.  

Filmi izlerken şunu düşündüm. Bu film bu dönemde bizim ülkemizde çekilseydi acaba biyografik bir film kategorisinde mi gösterilirdi yoksa bilim kurgu ya da fantastik film kategorisinde mi?

Benim görüşüm şu: Hukukun adamına göre işletildiği, liyakatin ayaklar altında dolaştığı, adamı olmayanın hiçbir şey olamadığı bu yeni düzende, bu türden umut dolu başarı hikâyeleri olsa olsa bilim kurgu ya da fantastik film kategorisinde gösterilebilir.  

Bu filmi seyrederken şunu dedim kendi kendime: Ülkemizin en büyük sorunu hayat pahalılığı, dış güçler, terör falan değildir. En büyük sorunumuz kimsenin çalışarak hakkıyla bir yere gelemeyeceğine, bu düzenin böyle gelip böyle gideceğine, daha güzel bir gelecek inşa edemeyeceğimize dair gençlerimizde oluşan kanaattir. 

Geleceğe, daha güzel günlere inancını yitirmiş bir toplumu ne yazık ki kara günler bekler, bizi de bekleyen budur!..

Yazarın Diğer Yazıları