
İNSANLIĞIN UTANÇ GÜNLERİ?
Hüsamettin Gül
Son günlerin en önemli gündem maddesi muhakkak ki Ortadoğu’daki hadiseler. Aslında bu coğrafya 75 yıldır süregelen Ortadoğu’nun çıbanbaşı çete örgütü İsrail ile bu bölgenin en kadim milleti olan Filistin halkı arasındaki mücadeleye sahne olmakta.
Amentüsunun (imanının) mücadelesini veren ve kendilerini tanrının seçkin kulları olarak nitelendiren bir avuç insanın karşısında yetersiz kalan, susan veya fiili olarak harekete geç(e)meyen insanlık için tarihi günlerden geçiyoruz. Elbette mahşeri vicdanlarda derin izler bıraksa da orantısız güç kullanan bu eli kanlı zulüm çetesinin bölgedeki varlığına mani olamamaktadır bazı çabalar. Hz.Ali’ye nispet edilen “bir yerde zülüm ve haksızlık gördüğünüz zaman onu engelleyemezseniz dahi ilan edin duyurun” sözüne tekabül eden tepkiler, eylemler, mitingler göz ardı edilemeyecek öneme haizdir elbette. Amma eskilerin ifadesiyle el duası(fiili dua) olmadan dil(kavli dua)duası makbule geçmez hakikattir. Yani eyleme geçmeden hiçbir dua, istek geçerli olamaz. Bu İnancımızın da prensibidir, ilkesidir. Hayat kitabımız da bu düşüncemizi net bir şekilde ifade eden ilkelerden biri de “İnsana ancak çabasının(mücadelesinin, gayretinin) karşılığı vardır” gerçeğidir.
SÖZÜN GÜCÜ MÜ, GÜCÜN SÖZÜ MÜ?
Tarihsel ve dinsel bir öğretiye dayanan kendilerine “Kabbala” denilen sihir ve büyü kitabını referans alan İsrail’i bu kadar cüretkâr kılan etkenler elbette irdelenmeye, izaha muhtaçtır. Şimdi kısaca bunları irdeleyip özetlemeye çalışalım.
-Bölge ülkeleri fotoğrafın tamamına mercek tutmadan tali konulara takılıp kalmaları. Hani anlatılır ki Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethederken Hristiyan din adamlarının meleklerin erkek mi dişi mi meselesini tartışması buna uygun bir örnektir.
Bölge ülkeleri üzerinden Müslümanların tarihsel kodlarından uzaklaşmaları ki kanaatimizce en önemli unsurlardan birini oluşturuyor. Tarihsel bağlar ve kodlardan kopmak emperyalist güçler için adeta yumuşak lokma olmaya hazır hale düşürüyor. Buna Müslüman kimliğin üst kimlik olarak özümsenip alt kimlikleri zenginlik olarak idrak edecek bilinci inşa etmekle mümkün kılabilir. Örnek verecek olursak İslam’ın gelişim döneminde Hz. Muhammed (AS)’ın Medine’de Evs ve Hazrec kabilelerini İslam kardeşliği potasında birleştirerek aralarında devam eden yüz yıllık savaşı nihayete erdirmiş, bu stratejiyi bölge ülkeleri üzerinden Müslümanlar maalesef ihmal etmiş ve acı tecrübelere sebebiyet vermiş ve vermeye devam etmektedir. Caydırıcı olacak ve dünyanın mazlum ve mağdur milletlerine ilham olacak İslam İş Birliği Teşkilatı, D8 (gelişmekte olan sekiz İslam ülkesi) organizasyonları bu alanda umut olacak çalışmalara örnek gösterilecekse de gerek iç ve gerekse dış faktörler tarafından aktif olarak maalesef harekete geçememiş, akim kılınmıştır. Hâlbuki bu iş birliği organizasyonları fonksiyonel olarak devrede olsaydı bugün coğrafyamızın hali çok farklı olacak ve bizler başka sorunların çözümü için kafa yoracaktık.
Bir başka hususta bölge ülkeleri arasında yaşanan mezhep v etkin tartışmaların kendi güçlerini zayıflatırken bölgeyi istikrarsız yapmak isteyenlerin elini güçlendirmekte deyim yerindeyse ekmeğine yağ sürmektedir. Bu sorunun kaynağını maalesef işin özüne vakıf olamayan ulema (Âlimler) sınıfı ve yöneticilerin basiretsiz tavır ve yaklaşımları sebebiyet vermektedir. “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, bölünmeyin, parçalanmayın. Yoksa gücünüz dağılır……..” İlahi ilkesinin gereği yapılmamış ve anlaşılamamıştır. Batı kendi içinde adeta bu ilke pratiğe dönüştürerek, siyasi, içtimaı, kültürel ve iktisadi ortaklıklar teşekkül ettirmiş ve bunun güzel neticelerini kendi coğrafyalarında tecrübe etmişlerdir.
Sonuç olarak son gelişmelerden yaşanan hadiseler vicdanlarda derin izler bıraksa da ne ilk ne de olacaktır. İnsanlığın huzur adasında güvenli bir ortamda hayatiyetini devam ettirmesi için dünyayı yaşanamaz hale getiren zihniyete karşı ortak sorumlulukları bi hakkın yerine getirmesi için pozisyon alması kaçınılmazdır. Gürleyen fakat yağmayan misali toplumu narkozlayan yapıları artık fark ederek Hakkın ve adaletin emrinde iradeyi inşa etmez isek yaşanan acı olaylardan kurtulmak mümkün olamayacak ve huzur bulamayacak bu kadim coğrafya. Coğrafya kader midir değil midir sorusuyla muhatap olmamak için;
Milletler, mazlumlar uyanıp ayağa kalkmadıkça zalimler diz çökmeyecek gerçeğiyle yüzleşerek muhasebe etmekten başka yol yoktur. “Üzülmeyin gevşemeyin inanıyorsanız (gereğini yaparsanız) üstün sizsiniz…..” ilkesi de Sünnetullahın değişmez yasasıdır.
Bu uğurda çalışan, mücadele eden alın teri ve akıl ile katkı sunanlara selam olsun.